featured
  1. Haberler
  2. Analiz
  3. İran-Üçlü (ABD-AB-İsrail) savaşının ikinci turu

İran-Üçlü (ABD-AB-İsrail) savaşının ikinci turu

İslami İran ile üçlü (ABD, AB ve İsrail) arasında kaçınılmaz bir ikinci tur askeri çatışmadan çokça söz edilse de, böyle bir olayın yakın gelecekte yaşanma olasılığı medyanın öne sürdüğünden daha düşük.

Bunun nedenini analiz etmeden önce, analistlerin böyle bir çatışmanın yakın gelecekte patlak vereceğini öngörürken öne sürdükleri temel nedenlere bir bakalım.

İkinci bir askeri çatışmanın yaşanabileceği yönündeki yaygın iddialardan biri, üçlünün Haziran ayında İran’a karşı yürüttüğü 12 günlük savaşta anlamlı sonuçlar elde edememiş olması.

Üçlünün yakında İran’a karşı yeni bir saldırı başlatacağını savunanlar, İsrail ve Batılı destekçilerinin zamanın kendilerinden yana olmadığına inandıklarını iddia ediyorlar. Aciliyet yaratan faktörler olarak 3 Kasım 2026’daki ABD ara seçimlerini ve İran’ın hızla yeniden yapılanmasını ve askeri yığınağını gösteriyorlar.

Bu görüşe göre üçlü, İran daha da güçlenmeden ve küresel siyasi koşullar onların seçeneklerini kısıtlamadan önce harekete geçmeyi tercih ediyor.

Ancak Haziran ayında İran’a yönelik ani saldırıların başarısızlığı, yakın gelecekte başka bir saldırı olasılığını azaltıyor. Haziran saldırısının temel sonuçlarını hatırlamak önemlidir.

Öncelikle İran tarafından İsrail’e ağır balistik füzeler atıldı. Bu, İran’ın kararlı bir askeri yanıt verme yeteneğini ortaya koydu ve uzun süredir var olan Amerikan ve İsrail askeri yenilmezliği algısını zayıflattı.

İkincisi, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişleri artık İran’da bulunmuyor, bu da nükleer faaliyetleri üzerindeki uluslararası denetimin azalması anlamına geliyor ve bu da nüfuz dengesini Tahran’ın lehine daha da kaydırıyor.

Üçüncüsü, yeni, beyan edilmemiş nükleer zenginleştirme tesislerinin kurulmuş olması muhtemeldir ve bu durum, İsrail ve Batılı destekçileri için İran’ın nükleer yeteneklerinin kapsamı konusunda ek belirsizlik yaratmaktadır.

Son olarak Trump rejimiyle müzakereler sona erdi ve bu durum İran’ın artık baskı altında diplomatik olarak angajmana girme zorunluluğu hissetmediğinin sinyalini verdi.

Tüm bu gelişmeler bir araya geldiğinde, saldırganlığın ters teptiği, İran’ın hem siyasi hem de stratejik olarak güçlendiği, ancak üçlünün konumunun zayıfladığı görülüyor.

Sürpriz bir saldırı, karşı taraf beklemediğinde en etkili olur. Tahran, Haziran ayındaki saldırıyı beklemiyordu ve iki gün içinde altıncı tur müzakerelerin yapılacağı yönündeki yanlış vaatlerle uyuşmuştu. Çok sayıda üst düzey askeri komutan ve nükleer bilim insanı şehit olsa da, İran hızla toparlandı ve İsrail’e ezici darbeler indirmeyi başardı.

İran şu anda yüksek alarmda ve karşılık vermeye hazır. Bu koşullar altında yeni bir saldırı başlatmak, üçlü için çok daha büyük bir risk ve daha da düşük bir başarı şansı taşıyacak ve bu da üçlünün kısa vadede harekete geçme isteğini azaltacaktır.

Ancak, değerlendirmemizin rasyonel bir politika çerçevesi varsaydığını belirtmek gerekir. Mevcut Siyonist rejimin elebaşlarının ve Washington’daki beceriksiz destekçilerinin sıklıkla mantıksız davrandıkları göz önüne alındığında, değerlendirmemiz tam olarak geçerli olmayabilir.

Üçlünün yakın gelecekte bir saldırı başlatmayacağına inanmak için mantıklı sebepler olsa da, İslami İran’ın inisiyatif alıp İsrail’e karşı kendi şartlarıyla önleyici tedbirler uygulayabileceğine dair sağlam argümanlar da mevcut. Bu, İran’ın savaşa aceleyle gireceği anlamına gelmiyor, aksine savaşı kasıtlı olarak geciktirmeye devam etmesinin pek olası olmadığı anlamına geliyor.

İslami İran ve müttefiklerinin siyasi ve askeri çerçevelerini yeniden kalibre ettikleri giderek daha da belirginleşiyor.

İkinci bir doğrudan saldırı, hem İran yönetimini hem de kamuoyunu, askeri tedbirler yerine siyasi tedbirlere öncelik veren mevcut yaklaşımın tersine çevrilmesi ve askeri harekâtın önceliklendirilmesi gerektiğine ikna edecektir. Böyle bir senaryoda, İsrail, İran’dan çok daha kapsamlı ve sürdürülebilir bir tepkiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu tepki, İran’a karşı başlattığı 12 günlük savaşta deneyimlediğinden potansiyel olarak daha geniş kapsamlı ve daha uzun süreli olabilir.

İran’ın 1979’dan bu yana ABD ve onun vekillerini alt etmede en önemli güçlerinden biri, eylemlerini hem sahadaki siyasi gerçeklerle hem de bölgedeki hakim toplumsal ruh haliyle senkronize edebilme yeteneği olmuştur.

İsrail, Batı’nın desteğiyle Filistin’deki soykırımını sürdürürken, hem iktidar koridorlarında hem de toplumun genelinde bölgesel dinamikler hızla değişiyor.

Batı Asya’daki ABD-İsrail vekilleri bile, Katar’daki Siyonist hava saldırılarının sonuçlarının da gösterdiği gibi, itaat etmenin kendilerine güvenlik getirmediğini fark etmeye başlıyor.

Bu, Körfez İşbirliği Konseyi rejimlerinin aniden İran’ın Direniş Ekseni’ne katılacağı anlamına gelmese de, artık İran ve müttefikleri için engel yaratma teşvikleri çok daha az.

Üçlünün İran’a doğrudan saldırı düzenlemesini mümkün kılan etkenlerden biri de Şam’da varlık gösterebilme yetenekleriydi.

Devlet adamına dönüşen HTŞ teröristleri Suriye’nin tamamı üzerinde tam bir kontrole sahip olmasa da, varlıkları Suriye’nin bir devlet olarak işlevselliğinin aşınmasına katkıda bulunmuştur.

Bu durum, İsrail ve Batılı ortaklarının istismar ettiği koşulların oluşmasına yol açtı. Bunlar arasında Suriye hava sahasının, İran ve Irak’taki müttefiklerine karşı operasyonlar için koridor ve yakıt ikmal bölgesi olarak kullanılması da yer alıyor.

Bu bağlamda, İran’ın Suriye’yi İsrail ile daha geniş kapsamlı çatışmasında kritik bir unsur olarak gördüğü anlaşılıyor. Tahran, şu anda HTŞ’nin bölgesel müttefiklerine karşı müdahale olasılığını azaltmayı amaçlayan siyasi stratejilerden yana görünüyor. HTŞ içindeki bazı gruplarla etkileşimin, kısmen başarılı olsa bile, Lübnan ve Filistin ile bir dereceye kadar lojistik bağlantının yeniden kurulmasına yardımcı olabileceği varsayılıyor.

İslamcı İran ile İsrail arasında ikinci bir turun gelecekte kaçınılmaz olduğu görülse de, bunun Trump başkanlığının son aylarında gerçekleşmesi daha olası görünüyor.

İran açısından bakıldığında, böyle bir zamanlama, İsrail’e karşı önleyici bir saldırı için eşsiz bir siyasi avantaj sağlayabilir. Trump, kilit Amerikan müttefikleriyle ilişkileri şimdiden bozdu ve ABD’yi küresel sahnede her zamankinden daha fazla yalnızlaştırdı.

Amerika bugün giderek azalan bir güç olarak algılanıyor, ülke dışında giderek güvenilmez hale geliyor ve içeride de bölünüyor.

Dahası, tarih, ABD başkanlarının seçim yıllarında halk tarafından istenmeyen savaşları başlatmaktan veya tırmandırmaktan çekindiklerini gösteriyor. Örneğin, Lyndon Johnson, Vietnam Savaşı’nın yarattığı olumsuz atmosfer nedeniyle 1968’de yeniden aday olmamayı tercih etti, George W. Bush 2008’de ve Barack Obama ise 2012’de seçim kampanyaları sırasında yeni askeri çatışma cepheleri açmaktan kaçınmıştı.

Bu emsaller, Trump’ın seçim öncesinde MAGA yanlılarını iktidarda tutmak için İran’la büyük çaplı bir savaşa girişme olasılığının düşük olduğu görüşünü güçlendiriyor. Bu durum, İsrail’in savaşa giremeyeceği tam Amerikan desteğini alma yeteneğini azaltacaktır.

Devam eden bölgesel çatışma yeni bir İran-İsrail savaşına doğru gidiyor, ancak bu savaş İran’ın şartlarına göre gerçekleşecek ve zamanından önce olmayacak.

Yusuf Ziyallah
Crescent International

İran-Üçlü (ABD-AB-İsrail) savaşının ikinci turu
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir