Aralık 2024’te Şam’ın Heyet Tahrir Eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki isyancı milislerin eline geçmesi ve Ebu Muhammed el-Culani (resmi adıyla Ahmed el-Şara) liderliğinde geçici bir hükümetin kurulmasıyla birlikte, Suriye meselelerini yakından takip eden birçok kişi, ülkenin karanlık bir istikrarsızlık dönemine girdiğini öne sürdü. Bu olay gerçekten yaşandı ve milislerin iktidarı ele geçirmesinden kısa bir süre sonra, ülke istikrara kavuşmak bir yana, istikrarsızlığa sürüklendi, egemen kurumlar çöktü ve endişe verici bir hızla kademeli olarak bölünmeye başladı.
Güvenlik yalanı
El-Culani’nin iktidara gelir gelmez verdiği ilk sözlerden biri güvenliği sağlamak ve iç çatışmaları sona erdirmekti. Ancak pratikte, iktidarı yalnızca artan güvensizlik, tırmanan etnik ve mezhepsel şiddet ve azınlıkların bastırılmasıyla sonuçlandı. Geçtiğimiz yıl, hükümet kontrolündeki bölgelerde terör saldırılarında, ara sıra yaşanan çatışmalarda ve hedefli suikastlarda artış görüldü. Yeni hükümetin güvenlik yapısı, istikrar sağlamak yerine siyasi ve etnik muhalifleri ezmek için bir araç haline geldi.
Bu arada, azınlık grupları, özellikle de Kürtler en çok acı çekenler oldu. Ayrımcı politikalar, iktidar yapılarından dışlanmaları ve meşru taleplerine kulak tıkanması, geçmiş on yılların derin yaralarını yeniden açtı.
Ulusal egemenliğin taviz pazarında satılması
Dış politikada, bölgesel ve uluslararası aktörlere sınırsız tavizler verme yaklaşımına giren el-Culani, Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü fiilen satmış durumda. Sessizliğinin gölgesinde, güneydeki geniş toprak parçaları İsrail rejimi tarafından askeri olarak işgal edildi ve İsrail ordusu ilerlemeye devam ediyor. İsrail’in Suriye’deki bu askeri ilerlemesi, yeni Şam liderlerinin ne askeri ne de siyasi direnişiyle karşı karşıya kalıyor.
Ayrıca, ulusal hassasiyetleri hiçe sayan el-Culani, başta Türkiye olmak üzere dış güçlerle etkileşimlerinde, ulusal bağımsızlığı fiilen zedeleyen ayrıcalıklar tanımıştır. Kürt özerkliğine her zaman karşı çıkan Ankara, şimdi el-Culani’nin onayını alarak, Suriye ordusuna ve hükümetine kendi şartlarını dayatmaya çalışmaktadır.
Hiçbir zaman uygulanmayan bir anlaşma
El-Culani ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi arasında Kürt milislerin ulusal orduya entegre edilmesi konusunda Mart 2025’te varılan anlaşma, yoğun kamuoyu duyurusuna rağmen fiilen akamete uğradı.
Anlaşmaya göre, SDG ulusal orduya özel bir birlik olarak katılacak, yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü garanti altına alınacak ve hükümette ve parlamentoda Kürtler, Araplar ve diğer grupların dengeli bir şekilde temsil edilmesi sağlanacaktı. Ancak pratikte bu vaatlerin hiçbiri gerçekleşmedi.
Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 30’unu elinde bulunduran ve bütünleşik bir idari ve güvenlik yapısı sürdüren SDG, tek bir blok halinde bütünleşmeyi ve ademi merkeziyetçi yerel yönetim sisteminin korunmasını talep etti. Türkiye’nin desteğini alan Şam ise, savaşçıların bireysel entegrasyonunu ve bağımsız Kürt yapılarının dağıtılmasını savundu.
Bu çıkmaz, yeni Suriye devletinin kimliğindeki daha derin bir krizi yansıtıyor.
Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: Yeni hükümet geçmişte olduğu gibi merkezi bir yapıda mı kalacak, yoksa ademi merkeziyetçi bir modele mi yönelecek? Bu sorunun cevabı sadece Kürt nüfusunun kaderini değil, aynı zamanda Suriye’nin ulusal birliğinin geleceğini de belirleyecek.
Bu anlaşmazlıklar, gerginliği azaltmak yerine, Deyrizor ve Haseke sınır bölgelerinde yer yer çatışmaların artmasına ve hatta Türkiye’nin yeniden askeri müdahale olasılığının gündeme gelmesine yol açtı.
IŞİD gölgesinin dönüşü
Bu arada, IŞİD terör örgütü, güvensizlik denkleminin üçüncü ayağı olarak yeniden canlanıyor. Suriye genelinde örgütün uyuyan hücrelerinin yeniden faaliyete geçtiğinden bahsediliyor. Güvenlik güçlerinin yapısal zayıflığı ve IŞİD tutuklularının Kürt hapishanelerinden kaçma olasılığı göz önüne alındığında, bu terör örgütünün Rakka, Deyrizor ve Irak sınırlarında geri dönüşünün gölgesi her zamankinden daha fazla büyüyor.
Bu durum, El-Culani hükümetinin askeri kapasitesinin önemli bir kısmını IŞİD tehdidiyle mücadeleden uzaklaştırıp, bunun yerine iç baskı ve siyasi çekişmelere odaklanmasıyla ortaya çıktı. Bu ihmal, bölgenin en tehlikeli güvenlik tehditlerinden birinin yeniden canlanmasına zemin hazırladı.
Batı medyası, basit bir ihmalin ötesine geçerek, yeni rejim içindeki bazı militan grupların ve komutanların IŞİD’in güçlendirilmesine ve yeniden örgütlenmesine gizlice katkıda bulunduğunu öne sürüyor. Bu durum, El-Culani hükümeti ile ABD arasında Irak’ın güvenliğini kasıtlı olarak istikrarsızlaştırmak için gizli bir iş bölümü yapıldığına dair şüpheleri bile artırdı.
El-Culani’nin bölünme misyonu mu var?
Son gelişmelerin birleşimi temel bir soruyu gündeme getiriyor: El-Culani ülkeyi yönetemeyecek kadar mı zayıf, yoksa Suriye’yi bölmek ve parçalamak gibi gizli bir misyon mu yürütüyor? Her iki durumda da sonuç aynı: ulusal gücün zayıflaması, güvensizliğin yayılması ve dış müdahaleye kapıların açılması.
Bu koşullar altında Suriye halkı, el-Culani’nin gölgesinden çıkıp ulusal kurumları yeniden inşa etme, azınlık haklarını garanti altına alma ve dış tehditlere karşı koyma inisiyatifini ele geçiremezse, Suriye’nin geleceği Libya veya Somali senaryosunun tekrarından başka bir şey olmayacaktır.
Suriye bugün, her zamankinden daha fazla vatansever, kapsamlı ve bağımsız bir liderliğe ihtiyaç duyuyor. Kişisel güç gösterisinde bulunup Suriye’nin tarihi düşmanlarına hizmet etmeyi değil, ulusal birliği korumayı, yabancı saldırganlığa karşı koymayı, Suriye’yi Arap dünyasındaki tarihi direniş yanlısı kimliğine döndürmeyi ve ayrım gözetmeksizin tüm Suriyelilerin haklarını güvence altına almayı hedefleyen bir liderliğe ihtiyacı var. Ancak el-Culani’nin bir yıllık performansı başka bir şeyi daha ortaya koyuyor: Sadece böyle bir bakış açısından yoksun olmakla kalmıyor, aynı zamanda tam tersi bir yolda ilerliyor.




