featured
  1. Haberler
  2. Alıntılar
  3. İsrail’in nükleer tehditleri bize ABD dış politikasını kimin yönettiğini gösteriyor

İsrail’in nükleer tehditleri bize ABD dış politikasını kimin yönettiğini gösteriyor

Uzun zamandır tartışılan bir konu: ABD mi İsrail’i kontrol ediyor, yoksa tam tersi mi olduğu? 70’lerde, Nixon başkanlığında, birçok analist, JFK suikastine rağmen, hâlâ kararları verenin ABD olduğunu ve İsrail’in Orta Doğu’da, kaotik tavırlı bir grup Arap devletini kontrol altında tutmak ve Amerika’nın çıkarlarına tabi kılmak için faydalı bir araç olarak kullanıldığını kesin bir şekilde inanıyordu. Ancak son yıllarda, analistlerin çoğunun hem İsrail hem de ABD’nin İran’la savaş hazırlığı içinde olduğu konusunda hemfikir olduğu göz önüne alındığında, İsrail’in Amerika’nın çıkarları doğrultusunda bunu etkin ve titiz bir şekilde yapıp yapmadığını görmemiz gerekiyor.

İsrail’in ana görevinin, Amerika’nın hegemonyasına ve enerji ihtiyaçlarına hizmet etmek için bölgeyi kontrol altında tutmak olduğu göz önüne alındığında, İran ile savaşın Amerika’nın zayıflayan hegemonyasına bir çözüm olarak görülmesi, hem ABD dış politikasının hem de İsrail’in başarısızlığı değil mi? Ve bu kuyruğun köpeği salladığı senaryo, bir kez ve sonsuza kadar açıkça ortaya çıkmıyor mu?

Son zamanlarda, İsrail’in Haziran ayında İran’a düzenlediği saldırılarla ilgili -diğer adıyla “on iki günlük savaş”- iki çarpıcı açıklama ortaya çıktı. Bu, Amerikalıları endişelendirmeli çünkü bu istismarcı ilişkinin ne kadar ileri gittiğini gösteriyor. İsrail, babasının tabancasını sallayan şımarık çocuk rolünü oynuyor. Eski CIA muhbiri John Kiriakou ve saygın ABD’li akademisyen John Mearsheimer, Trump’a, İran’ın yeraltı nükleer tesislerini yok etmek için “bunker buster” bombaları göndermezse, İsrail’in İran’ı nükleer silahlarla bombalayacağı tehdidinde bulunanın İsrail olduğunu doğruladılar. Trump elbette boyun eğdi ve bu talebi yerine getirdi.

Ancak İsrail’in bu olağanüstü eylemi, Lolita ile üvey babası arasındaki Nabokovvari* ilişkinin ne kadar ileri gittiğini gösteriyor. Öyle ki, İsrail’le sert oynayabileceğini düşünen her ABD başkanı için nükleer silahların kullanıldığı dünya savaşları artık gündemde. Hikâyenin asıl ilginç yanı, İran’ın nükleer tesislerinin bombalanmasının hiç de başarılı olmaması; zira İranlıların bunun olacağını önceden bildikleri ve nükleer ürünlerin çoğunu günler öncesinden taşıdıkları ortaya çıktı. Üstelik bombalamanın kendisi bile beklenen etkiyi yaratmadı. Bu, her şeyden çok sembolik bir anlam taşıyordu çünkü İranlılara Trump yönetimi altında böyle bir eylemin mümkün olduğuna dair bir mesaj gönderiyordu.

Saldırı birçok açıdan İranlılar için bir armağandı çünkü zihinlerini odaklayıp savunma kabiliyetlerini nerede geliştirmeleri gerektiğini anlamalarını sağladı. Bir denemeydi ve bundan ders çıkardılar.

Ancak Amerikalılar için bu kesinlikle bir başarı olarak adlandırılamazdı.

Eğer başarılı olsaydı, Washington’daki beş paralık adam bile şu bariz soruyu sorardı: Düşmanlıklar tekrar başladığında, nükleer kapasitelerini ortadan kaldırdığımız halde neden İran’la savaş halindeyiz?

ABD, son haftalarda donanma gemileri göndermekle ve İsrail jetlerine havadan yakıt ikmali yapmakla meşguldü; iki ülke arasındaki mesafe göz önüne alındığında, İran’la herhangi bir çatışmada hayati önem taşıyan bu durum, yalnızca iki dokunaklı noktayı doğruluyor. Birincisi, İran’ın ilk seferdeki tepkisinin İsrail’in askeri cephaneliği üzerinde önemli bir etkisi olduğu (İsrail’deki birçok askeri tesis tamamen yok edildi ve bu ABD medyasında neredeyse hiç yer almadı); ikincisi ise, ABD’nin kendi stoklarının bile tükenmiş olmasıydı; bu nedenle on iki günlük aranın ardından hızla bir ara verildi. ABD ve İsrail yeniden silahlanmaları gerektiği gibi ikinci aşama için de hazırlanmaları gerekiyordu, oysa İran kendine ait hava savunma sistemlerini güçlendirmiş ve yeniden silahlanmak için Rusya ve Çin’e irtibat kurmuştur.

Dolayısıyla İsrail’in başarıyla yaptığı şey, Trump’ı İran’la, hiçbir askeri gücün hayal bile edemeyeceği ölçekte bir savaşa çekmek; zira İran bu sefer çok daha hazırlıklı ve Azerbaycan hava sahasının kullanılması sürprizi tekrarlanamayacak. İsraillilerin güvenebileceği vur-kaç sürpriz taktikleri yok; bu da bazı analistlerin, ABD’nin baş tedarikçi değil, kilit ortak olduğu daha büyük ve daha kapsamlı bir saldırının yolda olduğuna inanmasına yol açabilir. Daha da kötüsü, konvansiyonel saldırı planlandığı gibi gitmezse, İsrailliler veya ABD’nin nükleer silah kullanmayı haklı çıkarabileceği herhangi bir senaryo olacak. Üstelik tüm bunlar, tüm destek tabanı Orta Doğu’daki ‘ebedi savaşları’ durdurmakla ilgilenen Donald Trump’ın gözetiminde gerçekleşiyor. Geniş destek tabanına, ABD askerlerinin İran’a ölüme gönderilmesiyle hiçbir ilgisi olmadığını, bu tür kararları İsrail’in kontrol ettiğini nasıl açıklayacak?

Martin Jay
Strategic Culture Foundation

 

————————————————————————————————
*Nabokov, Rus asıllı Amerikalı yazar Vladimir Nabokov’un eserlerinde sıklıkla görülen karmaşık ve çoğu zaman ahlaki açıdan tartışmalı ilişkileri ifade eder. Burada ‘Nabokov-esque relationship’, Lolita adlı romanında karakterler arasındaki tutkulu, karmaşık ve tartışmalı ilişkilere atıfta bulunarak, benzer dinamiklerin mevcut olduğu bir ilişkiyi tanımlamak için kullanılmaktadır. Özellikle iktidar, manipülasyon ve ahlaki ikilemler gibi temalar üzerinde düşündürücü bir bağlam sağlamak amacıyla bu terim kullanılmaktadır.

İsrail’in nükleer tehditleri bize ABD dış politikasını kimin yönettiğini gösteriyor
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir