Moskova’nın Ortadoğu dönüşümü: Suriye’den Tahran’a oyun değişti
ABD Ukrayna’ya odaklanmışken, Rusya ve İran sessizce bölgedeki bir sonraki güvenlik düzenini şekillendiriyor
Geçtiğimiz hafta, Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Donald Trump arasındaki telefon görüşmesi ve Suriye’nin geçici lideri Ahmed el-Şara’nın Moskova ziyareti de dahil olmak üzere bir dizi önemli olay, İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Laricani’nin Moskova’ya yaptığı resmi ziyaret gibi, çok kapsamlı sonuçları olan bir başka toplantıyı neredeyse gölgede bıraktı.
Laricani’nin Putin ile görüşmeleri enerji ve ticaretten bölgesel krizlere kadar her şeyi kapsıyordu. Ancak ziyareti olağanüstü kılan gündem değil, mesajdı. İran elçisi, İslam Devrimi Lideri Ayetullah Ali Hamaney’den özel bir mektupla geldi. Bu jest, Moskova ve Tahran arasındaki siyasi güvenin seviyesini vurguluyor ve iki gücün Batı’nın artan baskısına rağmen uzun vadeli stratejik diyaloğu derinleştirdiğinin sinyalini veriyordu.
Bu, Laricani’nin 12 günlük İran-İsrail savaşından kısa bir süre sonra Temmuz ayında gerçekleştirdiği ziyaretin ardından bu yıl Rusya’ya yaptığı ikinci ziyaretti. O dönemde Tahran, bölgesel değerlendirmesini sunmak ve nükleer programı etrafındaki artan gerginliği görüşmek için istekliydi. Moskova da buna karşılık durumu istikrara kavuşturmayı ve diplomatik kanalları yeniden canlandırmayı teklif etti. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması ve barışçıl amaçlarla zenginleştirilmiş uranyum ihracatının yeniden başlatılması için kolaylaştırıcı olmaya hazır olduğunu yineledi.
Washington için İran, en üst düzey stratejik endişe olmaya devam ediyor. Biden yönetiminin (ve şimdi Trump’ın) Ukrayna ve Gazze’ye odaklanmışken, ABD, ‘İran sorunu’ olarak gördüğü konuyu ele almadan İsrail’in güvenliğini garanti edemez. Amerikan politika yapıcılarının gözünde, nükleer silaha sahip bir İran, bölgesel dengeyi bozacak ve Suudi Arabistan ile BAE gibi Körfez monarşilerini endişelendirecektir – tümü Tahran’ın Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’taki Şii topluluklar üzerindeki artan etkisinden çekinmektedir.
Tahran’ın Rus savaş uçakları satın almak için müzakere ettiğine dair haberlerin ardından gerilim yeniden tırmandı. Bu hamle, savunma iş birliğinde yeni bir aşamaya işaret edebilir. Washington ve Batı Kudüs için bu tür sözleşmeler, sadece silah anlaşmalarından çok daha fazlası; Moskova-Tahran ortaklığının taktiksel bir uyumdan çok daha derin bir şeye evrildiğinin kanıtı. Şekillenen şey, İran’ı hem stratejik bir müttefik hem de Rusya’nın genişleyen Orta Doğu ağında önemli bir merkez olarak konumlandıran yeni bir bölgesel güvenlik çerçevesi.
Amerikan tarafının, Budapeşte’de yapılması planlanan Putin-Trump zirvesinde bu endişeleri dile getirmesi bekleniyor. Ukrayna merkezi bir konu olmaya devam edecek, ancak Washington’ın Rusya’nın Ortadoğu’daki büyüyen nüfuzundan duyduğu rahatsızlığın da su yüzüne çıkması muhtemel. ABD için bölge hayati bir jeopolitik arena olmaya devam ediyor ve şu anda oradaki inisiyatifi kaybetmekten korkuyor.
Laricani’nin eş-Şara’nın hemen ardından gelen ziyareti tesadüf değildi. Moskova, bölgedeki rakip güçler arasında başlıca arabulucu olarak konumlanma niyetinde olduğunun sinyalini veriyor. Suriye Devlet Başkanı’nın ziyareti, Şam’ın Rusya’dan uzaklaşma planı olmadığını, aksine, özellikle altyapının yeniden inşası ve istikrarın sağlanması alanlarında daha derin bir iş birliği arayışında olduğunu bir kez daha teyit etti. Suriye’deki Rus askeri üsleri, dış müdahalelere karşı önemli caydırıcı unsurlar olmaya devam ediyor.
İran’ın durumu daha karmaşık. Şam’daki liderlik değişikliği, büyük ölçüde İran’ın Suriye içişlerine müdahalesi ve yeni hükümetin dış politikasını dengeleme çabaları nedeniyle Tahran’la ilişkileri soğuttu. İşte tam bu noktada Moskova devreye giriyor ve iki ortağı arasındaki uçurumu kapatmak için eşsiz bir konumda. Güçlü siyasi güveni, yerleşik askeri kanalları ve pragmatik bir dış aktör olarak ününü koruyan Rusya, Şam ve Tahran arasında ideolojiye değil, ortak bölgesel çıkarlara dayalı bir “yeniden yapılanma”ya aracılık edebilir.
Tahran ise, Suriye ile bir zamanlar sahip olduğu yakın ittifakın yakın gelecekte geri dönmeyeceğinin farkında. Ancak iki taraf da çatışma istemiyor. İran, Şam ile asgari düzeyde bile olsa koordinasyon sağlamanın, bölgesel güvenlik mücadelesinin kilit alanlarından biri olan Levant’taki nüfuzunu korumak için hayati önem taşıdığının farkında.
İsrail faktörü ise meseleye başka bir boyut katıyor. İsrail’in Suriye sınır bölgelerine yönelik hava saldırılarını sürdürmesine rağmen, yeni Suriye yönetimi daha pragmatik görünüyor; söylemlere daha az, ülkeyi yeniden inşa etmeye ve istikrarı sağlamaya daha fazla odaklanmış durumda. Bu arada İran, İsrail ile “ikinci bir tur” bekliyor. İran medyası, yenilenen bir tırmanışı giderek daha fazla kaçınılmaz olarak çerçeveliyor, ancak bu sefer yeni koşullar altında: Tahran’ın gelişmiş füze cephaneliği ve güçlenen bölgesel ittifaklarıyla, güveni gözle görülür şekilde arttı.
Devlet Başkanı Putin’in Duşanbe’deki BDT zirvesindeki son açıklamaları bu dinamiğe ışık tutuyor. İsrail’in Moskova aracılığıyla İran’a bir mesaj göndererek, daha fazla tırmanıştan kaçınma niyetini dile getirdiğini ortaya koydu. Bu olay, Moskova’nın yeni rolünü gözler önüne seriyor: sadece bir katılımcı değil, aynı zamanda bölgesel güçler arasında kilit bir iletişim kanalı. Ayrıca, Tahran’dan Tel Aviv’e kadar tüm önemli aktörlerin artık Rusya’yı güvenilir bir aracı olarak gördüğünü de gösteriyor.
Putin, muhtemelen Laricani’ye, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesi de dahil olmak üzere, bu temaslar hakkında bilgi verdi. Rusya, bu şekilde, Tahran, Şam ve Tel Aviv’in Moskova’nın iyi niyetiyle yeni bir bölgesel dengeyi müzakere edebileceği, gelişmekte olan çok taraflı bir formatın hem arabulucusu hem de mimarı konumunu güçlendirdi.
Eş-Şara ve Laricani’nin son ziyaretleri ve muhtemel Putin-Trump görüşmesi birlikte değerlendirildiğinde, yeni bir jeopolitik dönemin başlangıcına işaret ediyor. Orta Doğu, bir kez daha küresel gücün geleceğinin belirlendiği arena haline geliyor. ABD’nin “Avrupa’ya öncelik verme” söylemine rağmen, Washington, 21. yüzyılda stratejik liderliğin bölgede belirlendiğinin farkında.
Tahran için ders açıktır: Moskova ile ortaklık bir kolaylık meselesi değil, bir strateji meselesidir. İran, Rusya olmadan bölgesel istikrarı korumakta veya artan Batı baskısına direnmekte zorlanacağının farkındadır. BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği gibi çerçevelere katılımı, çatışmayı değil, entegrasyonu, çeşitlendirmeyi ve dayanıklılığı hedefleyen pragmatik bir eksendir.
İdeolojik maksimalizm günleri geride kaldı. İran’ın dış politikası bugün net bir mantıkla yönlendiriliyor: meydan okumayla değil, diplomasiyle hayatta kal, uyum sağla ve nüfuzunu genişlet. Bu anlamda, Moskova ile artan uyumu zorunluluktan öte bir şey; Rusya ve İran’ın aykırı değil, yeni bir Avrasya düzeninin temel taşları olarak ortaya çıktığı çok kutuplu bir geleceğe dair hesaplanmış bir bahis.
Ferhad İbragimov
RT News




