featured
  1. Haberler
  2. Alıntılar
  3. Yeni bir İran-İsrail savaşı an meselesi

Yeni bir İran-İsrail savaşı an meselesi

Hem iç hem de dış faktörler Tahran üzerindeki baskıyı artırıyor ve düşmanları onu kritik derecede savunmasız görüyor…

Orta Doğu’da yeni bir savaş ihtimali, İran’ın potansiyel merkezinde olduğu bir ortamda varlığını sürdürüyor. ABD, İsrail ve çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen baskı giderek artıyor. Bu durum, hem yaptırımların sıkılaştırılmasına hem de bölgedeki askeri varlığın artmasına yansıyor. Batılı hükümetler, Tahran’ı silahlı grupları desteklemek, komşu ülkeleri istikrarsızlaştırmak ve nükleer programını ilerletmekle suçluyor. Buna karşılık İran, Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’deki ortakları aracılığıyla nüfuzunu genişletmeye çalışarak bölgesel faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Gerilimler artık giderek diplomasi alanının ötesine taşarak açık tehditlere dönüşüyor.

İran’ın içindeki baskı, iç çalkantılar ve derinleşen ekonomik ve sosyal gerginlik nedeniyle daha da artıyor. Yaptırımlar sıkılaşıyor, enflasyon yaşam standartlarını düşürüyor ve işsizlik nüfusun daha geniş kesimlerini etkiliyor. Hoşnutsuzluk, özellikle gençler ve kentli orta sınıf arasında artıyor. Bu ortamda, hükümet dış politika söylemini keskinleştiriyor ve kendisini dirençli ve dış baskılara direnmeye hazır olarak sunuyor. Giderek artan sayıda analist, İran ve İsrail arasında ikinci bir açık çatışma dalgası öngörüyor.

İran’ın yakın gelecekte nelerle karşılaşabileceğini anlamak için, dış dinamiklere geçmeden önce iç manzarayı incelemek gerekir. Son 12 günlük çatışmanın sona ermesinin ardından, İran yetkilileri, devlet kurumlarını ve diğer yapıları yabancı nüfuzdan şüphelenilenlerden arındırmak için geniş kapsamlı -ancak büyük ölçüde gizli tutulan- bir kampanya başlattı. Bu çaba, düşman yabancı aktörlerle ve yabancı istihbarat teşkilatlarıyla bağlantıları olduğuna inanılan kişileri hedef alıyordu.

Bu çabaların çoğu kapalı kapılar ardında kalırken, birkaç önemli dava kasıtlı olarak kamuoyunun gözü önüne getirildi. Tutuklamalar devlet aygıtının merkezine ulaşmadı, ancak gözaltına alınanlar arasında Batı istihbaratı ve İsrail bağlantılı örgütlerle uzun süredir bağlantıları olduğu bildirilen kişiler de vardı. En dikkat çekici dava, sürgündeki muhalif isim Rıza Pehlevi tarafından, çatışmaların en yoğun olduğu dönemde Tahran’da huzursuzluk çıkarmakla görevlendirildiği iddia edilen 122 kişinin gözaltına alınmasıydı.

İran Yüksek Milli Güvenlik Konseyi, 3 Ağustos’ta Savunma Konseyi olarak bilinen yeni bir stratejik yapının kurulduğunu duyurdu. Başkanlık edecek olan bu yapıda, yargı erki başkanı, parlamento başkanı, askeri komutanlar ve kilit bakanlar yer alacak. Konseyin görevi, ulusal savunma planları geliştirmek, silahlı kuvvetlerin operasyonel kapasitesini artırmak ve devam eden bölgesel istikrarsızlık ışığında uzun vadeli bir savunma stratejisi oluşturmaktır.

İki gün sonra, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Ali Laricani’yi Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin yeni sekreteri olarak atadı. Dini Lider Ali Hamaney’in kıdemli danışmanlarından Laricani, bu bağlamda özellikle dikkat çekici bir isim. Temmuz ayı sonlarında Moskova’yı ziyaret etti ve Devlet Başkanı da dahil olmak üzere üst düzey Rus yetkililerle görüştü. Atama zamanlaması, bu diplomatik ziyarete daha da büyük önem kazandırıyor.

Laricani, yalnızca bir teknokrat veya bürokratik bir görevli değil. İran siyasi yapılanmasının en etkili isimlerinden biri ve İran elitleri içinde, iktidar koridorlarında güçlü bir desteğe sahip ve geleneksel olarak dini liderle ittifak kurmuş bir grup olan “Irak grubu” olarak isimlendirilen odak ile yakın bağları var. Atanması, yalnızca iç konsolidasyonun değil, aynı zamanda daha fazla tırmanış beklentisiyle uzun vadeli stratejik planlamaya doğru bir geçişin de işareti.

Diğer işaretler, yeni bir çatışma ihtimalinin ciddiye alındığını gösteriyor. Ağustos ayı başlarında, Meclis Başkanı Danışmanı Muhammed Muhammedi, İran’ın mevcut ateşkesi kalıcı bir çözüm olarak değil, düşmanlıklara geçici bir ara olarak gördüğünü açıkladı.

Savunma Bakanı Aziz Nasırzade de aynı mesajı vererek, İran’ın 12 günlük çatışma boyunca en gelişmiş silahlarını kullanmaktan kaçındığını belirtti. Bunlar arasında Kasım Basir hassas güdümlü füzeler ve manevra kabiliyetine sahip harp başlığı sistemleri de yer alıyor. Nasırzade, bu sistemlerin üretiminin kesintisiz devam ettiğini ve İran’ın çatışma sırasında değerli muharebe deneyimi kazandığını, böylece ciddi bir düşmana karşı yeteneklerini fiilen test ettiğini belirtti. Tekrar saldırıya uğrarsa, tepkinin hem beklenmedik hem de güçlü olacağı konusunda uyardı.

Savaş olasılığı artık fısıltıyla konuşulmuyor. İran Parlamentosu Başkanı Muhammed Bakır Galibaf, Ağustos ayında yaptığı konuşmalardan birinde, savaşın çıkabileceğini ve ülkenin hazırlıklı olması gerektiğini açıkça belirtti. Gücün esas olduğunu söyledi. Bu sözleri, halihazırda netleşmiş olan bir gerçeği, yani askeri seçeneğin en üst düzey güçler tarafından ciddiye alındığını pekiştirdi.

Aynı zamanda, Batı ile herhangi bir diyalog ihtimaline yönelik şüphecilik, İran’ın siyasi ve kamusal söyleminde giderek artıyor. ABD ve Avrupa ülkelerinden gelen baskılar yoğunlaşırken, İran parlamentosu, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (UAEA) denetim yetkisi veren Ek Protokol’den çekilmeyi öngören bir plan taslağının ayrıntılarını yayınladı. Milletvekillerinden Hüccetülislam Hacı Deligani, bu hamleyi, JCPOA’da (2015 İran nükleer anlaşması) öngörüldüğü gibi yaptırımların otomatik olarak yeniden uygulanması anlamına gelen geri tepme mekanizmasının potansiyel olarak devreye girmesine doğrudan bir yanıt olarak nitelendirdi. Deligani’ye göre, plan önümüzdeki hafta parlamentoda görüşülecek.

Yayımlanan metin, NPT ve Ek Protokol’den tamamen çekilmeyi ve ABD ile üç Avrupalı ​​JCPOA imzacısı ülke olan İngiltere, Fransa ve Almanya ile tüm müzakerelerin durdurulmasını öngörüyor. Plan onaylanırsa, mevcut kontrol mekanizmaları kapsamında UAEA ile iş birliği askıya alınacak. Hem Dışişleri Bakanlığı hem de İran Atom Enerjisi Kurumu, uygulamadaki ilerleme hakkında bir hafta içinde parlamentoya rapor vermek zorunda kalacak.

Tahran’ın sertleşen tutumu, Avrupa devletlerinin giderek artan bir şekilde Washington ve Tel Aviv ile ittifak kurduğu inancından kaynaklanıyor. Tahran Cuma imamı Hüccetülislam Hacı Ali Ekberi, kısa süre önce, geri dönüş yaptırımlarının devreye girmesinin Washington ve “Siyonist lobi”nin baskısı sonucu olduğunu açıkladı. Batı Avrupa, İsrail rejiminin fiilen bir uydusu haline gelmiş ve dış politika karar alma süreçlerindeki özerkliğini kaybetmiştir.

Benzer şekilde, İran Dışişleri Bakan Vekili Abbas Arakçi de Financial Times’a verdiği röportajda tavizsiz bir duruş sergiledi. Arakçi, birçok İranlının ABD ile diyaloğu boşuna gördüğünü ve diplomatik liderleri, adil veya eşit sonuçlar üretmesi muhtemel olmayan müzakerelere zaman veya siyasi sermaye harcamamaları konusunda uyardığını vurguladı.

Bu arada, medya dünyasındaki diğer gelişmeler, İran’ın özellikle kilit müttefikleriyle olan dış ortaklıklarını baltalama çabalarının arttığına işaret ediyor. En tartışmalı olaylardan biri, Rusya’nın İsrail ile İran’ın hava savunma sistemleri konusunda istihbarat paylaştığını iddia eden Uygunluk Konseyi üyesi Muhammed Sadr’ın kamuoyuna yaptığı açıklamaydı. Sadr, bunun Moskova ile stratejik ortaklığın içi boş olduğunu ortaya koyduğunu savundu ve özellikle ABD ile bir çatışma durumunda, kriz anında Rusya’ya güvenmenin büyük bir hata olacağı konusunda uyardı.

Bu sözler sert bir tepkiye yol açtı ve kısa sürede Tahran ile Moskova arasındaki ilişkileri zayıflatmayı amaçlayan spekülasyonların kaynağı haline geldi. Ancak birkaç gün içinde Muhammed Sadr, artan dış tehditler karşısında birliği korumaya kararlı siyasi grupların baskısı sonucu istifasını sundu.

Yine de, bu tür açıklamaların ortaya çıkması bile çok şey ifade ediyor. İran seçkinleri arasındaki artan kutuplaşmayı yansıtıyorlar. İktidardaki çeşitli gruplar arasındaki bölünmeler giderek daha belirgin hale geliyor. Ülkenin üst düzey yönetimi bunun son derece farkında görünüyor ve siyasi sistemi sağlamlaştırmak için adımlar atıyor. Potansiyel bir kriz döneminde, vurgu, emir komuta zincirini güçlendirmeye ve politika tutarlılığını sağlamaya kaymış durumda. Bu, görüşleri merkezi liderliğin stratejik yöneliminden farklı olan yetkilileri ve teknokratları dışlamak anlamına geliyor.

İç tablo netleştikçe, İran’ın artan zorluklarının yalnızca siyasi veya dış politika alanlarıyla sınırlı olmadığı ortaya çıkıyor. Sosyal ve ekonomik durum kötüleşmeye devam ediyor. Yaşam standartları düşüyor, enflasyon artıyor, işsizlik artıyor ve temel kamu hizmetlerine erişim giderek daha kırılgan hale geliyor.

Ülkenin istikrarının uzun süredir temel taşı olan enerji sektörü de giderek artan bir baskı altında. Büyük şehirlerde bile elektrik ve doğalgaz kesintileri yaşanıyor. Bu durum, halkın hayal kırıklığını daha da artırıyor ve hükümetin halkın temel ihtiyaçlarını karşılama becerisine olan güveni zedeliyor. Kötüleşen su krizi ise aciliyet duygusunu daha da artırıyor. Tahran ve bazı eyaletlerde, hem doğal koşullar hem de talebi karşılamakta zorlanan eski ve yetersiz altyapı nedeniyle su kıtlığı kritik seviyelere ulaştı.

Tüm bunlar, İran liderliğinin kararlılıkla hareket etmek zorunda kaldığı son derece kırılgan bir iç ortam yaratıyor. Bu koşullar altında istikrarı korumak, sadece siyasi seferberlikten fazlasını gerektiriyor. Acil kurumsal ve ekonomik tedbirler gerektiriyor. Biriken kriz ne kadar uzun sürerse, şu soru o kadar acil hale geliyor: Devlet, kontrolü sürdürüp gelecekte yaşanacak iç karışıklıkları önleyebilir mi?

Son haftalarda İran’ın karşı karşıya olduğu iç zorluklar kadar endişe verici olan dış dinamiklere de dikkat etmek gerekiyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden kara harekâtı, Batı Şeria’daki yerleşimlerin genişlemesi ve Filistin topraklarında derinleşen insani felaketin ortasında, Avrupa’daki eleştirel sesler giderek yükseldi. Ancak siyasi gerçekliğin de gösterdiği gibi, bu eleştiriler büyük ölçüde beyan niteliğinde. İsrail ve İran arasında yeniden açık bir gerginlik yaşanırsa, asıl soru şu olur: Batılı güçler kimi destekler? Avrupa hükümetleri, İran’la bir çatışmanın ortasında Filistin meselesi konusunda İsrail’e alenen baskı yapmaya istekli olur mu?

Muhtemel cevap zaten ortada. İsrail’in Filistinlilere yönelik politikasına yönelik artan hoşnutsuzluk gözlenmesine rağmen, doğrudan bir çatışma neredeyse kesin olarak Batı’nın İsrail’e verdiği desteğin pekişmesine yol açacaktır. Bu, yalnızca yerleşik diplomatik ittifaklardan değil, aynı zamanda ortak bir stratejik ve ideolojik dünya görüşünden de kaynaklanacaktır; özellikle de İran’ın Batı önderliğindeki düzene giderek daha fazla meydan okuyan bir güç olarak algılandığı bir dönemde. Bu senaryoda İsrail, yalnızca Amerikan desteğine değil, aynı zamanda Batılı ortaklarının çoğunun siyasi ve manevi desteğine de güvenebilir.

Bu jeopolitik gerçeklik İsrail’de iyi anlaşılıyor. Liderlik, İran içindeki gelişmeleri -istikrarsızlık belirtilerini, seçkinler arasındaki bölünmeleri ve artan sosyoekonomik baskıyı- yakından takip ediyor. Bu gözlemler, İsrail içinde İran’ın sistemik bir krize yaklaştığına ve nispeten sınırlı bir dış baskının İslam Cumhuriyeti’nin siyasi mimarisinin çöküşünü tetiklemeye yetebileceğine dair stratejik bir anlatıyı besliyor. Bu değerlendirme abartılı olsa da, İsrailli stratejistlerin Amerikalı mevkidaşlarını İran’a karşı sert bir duruş sergilemeleri, hatta askeri bir seçeneği desteklemeleri gerektiği konusunda ikna etmeye çalıştıkları Washington’da aktif olarak destekleniyor.

Bu denklemin bir diğer boyutu da İran’ın giderek daha geniş bir küresel rekabet, özellikle de ABD ve Çin arasındaki artan rekabet perspektifinden değerlendirilmesidir. İran artık yalnızca bölgesel bir aktör olarak değil, iki küresel gücün çıkarlarının kesiştiği daha geniş bir stratejik satranç tahtasının parçası olarak görülmektedir. Washington’ın bakış açısına göre, İran’ı zayıflatmak yalnızca İsrail veya Körfez monarşilerine yönelik bir tehdidi sınırlamakla kalmayıp, aynı zamanda Avrasya ve Orta Doğu’da siyasi ve ekonomik etki alanını genişleten Çin’in kilit bir ortağını da zayıflatmaya hizmet etmektedir. Bu bağlamda, İran sorunu bölgesel sahnenin ötesine geçmiş ve Amerika sonrası dönemde ortaya çıkan küresel nüfuz mücadelesinin bir parçası haline gelmiştir.

İran’ın iç ve dış dinamikleri bir araya geldiğinde, İsrail ile yeni bir askeri çatışmanın yaşanması ihtimalinin yüksek olduğu görülüyor. Ülke içinde siyasi bölünmeler, sosyoekonomik baskılar ve kurumsal kırılganlıklar, liderliği daha fazla merkezileşmeye ve seferberliğe itiyor. Aynı zamanda, dış ortam giderek daha düşmanca bir hal alıyor.

Mevcut tehdit, beklenti ve stratejik hesaplama dengesi, küçük bir olayın bile tırmanışı tetikleyebileceği tehlikeli bir durum yarattı. Hem Tahran hem de Batı Kudüs, rakiplerinin kritik bir kırılganlık noktasına yaklaştığı varsayımına dayanan önleyici savunma mantığıyla hareket ediyor. Bu ortamda, Orta Doğu önümüzdeki aylarda büyük ölçekli bir çatışmanın eşiğinde bulabilir kendini; sonuçları muhtemelen ikili bir çatışmanın çok ötesine uzanacak bir çatışma.

Murat Sadıkzade
RT News

Yeni bir İran-İsrail savaşı an meselesi
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir